bir uçması, iki uçması, üç uçması
bir yokluktan diğer bir yokluğa
ayağın kayıp basması
yokluktan varlığa
yarlığa
hayallerimi şekillendir
ve yarat
işte yıldızlar uçuşuyor
Çarşamba, Aralık 28
Salı, Aralık 27
bahane
kırıcı olmamak, küçük bahaneler üretebilmekten geçiyor. istemediği bir şeyi istemediği anda istediği şekilde söyleme özgürlüğü yok insanın. insan dediğin kırılgan. ama ya ürettiğiniz bahanelerin samimiliğinizi zedelediğini düşünüyorsanız?
Pazartesi, Aralık 26
Cuma, Aralık 23
politikacı
günümüz şartlarında bunların(politikacıların) hepsini iyi veya kötü yerine pragmatist olarak sıfatlandırmak mümkün. bir pragmatist ne kadar iyiyse iyi, ne kadar kötüyse kötü.
Pazartesi, Aralık 19
kapılar (tık tık)
belki de diyorum allah'ım kapılar hep açıktır, kimisi çok uzak, kimisi çok yakın, karanlıkta yol alıp yanlış kapılara yönelen benimdir. bir de kapılar bazen açılır, bazen kapanır ve sen ne zaman hangisinin açılacağını planlıyorsun. allah'ım, kapılar...
Çarşamba, Aralık 14
alıntılar -12-
onu bile korumayacak mıyım? onu, o “şey”i? kimsenin bilmediği bir parça: tarifi güç, gene de varlığını çok iyi bildiği “şey”. onu da tehlikeye atacak mıydı? bütün turgut’u hiçbir zaman teslim etmemişti. hiçbir zaman. onu kendine saklamıştı. değerini yalnız turgut’un bildiği bir “şey”. başkaları da birçok şeyler saklarlar insanlardan: gene de bir şey kalmaz kendilerine. bu “şey” öyle değildi. anlatılsaydı değeri kalmazdı ki. bu nedenle anlatılamazdı. bu “şey”i birine verseniz de farkında olmaz aslında. insan uzun uzun anlatsa, “onun” kendine güven verdiğini söylese, merak ederler belki. fakat görünce bir “şey”e benzetemezler muhakkak.
bu muydu, derler o “şey”. verdiğiyle kalır insan. ezer, buruşturur, yere atarlar. bazı ukalalar da latince isimler takarlar bu “şey”e. tarifler, benzetmeler... ben ne dediğimi biliyorum. benim, turgut özben’in özbenliği. kelime oyunu yapıyorum, oyuna getiriyorum. kendimi ele vermiyorum.
evlendiği gece de onu kendine sakladı. nermin’e anlatmak zordu. anlatılabilecek gibi başlamamıştı ilişkileri. selim, kadın olsaydı belki anlardı. gerçekten neden selim’e anlatmadım acaba? alay eder diye korkmuşumdur. çok erken gittin rahmetli. şimdi kime anlatacağız? nermin’e neden anlatmadım? bu öyle bir “şey”dir ki kıskanır bazı olayları. evlenmeni kıskanır. belli etmez tabii. başından geçenleri başkalarına anlatmanı da kıskanır. akşam, evine yorgun dönersin. karına anlatacağın bir sürü olay birikmiştir; içinde birtakım duygular gelişmiştir. anlatmaya başlarsın.
birden, içinde bir duraklama duyarsın. “şey” engel olur sana: söyleme onu, der. her “şey”i anlatma. belki sözlerinin arasında, farkında olmadan beni ele verirsin. belki anlar: insan bu, bilinmez. sen gene dikkat et; her “şey”i ayrıntılı anlatma o kadar. bütün “şey” ayrıntılarda değil midir zaten? ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? başkalarına anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde.
başkalarından saklandıklarınla gelişir. fakat, her zaman güvenebilirsin ona. yalnız kaldığın, yalnız ve çaresiz bırakıldığın zaman, karşındakine her şeyini verdiğini ve tükendiğini sandığın zaman (karşındaki her şeyini alıp kaçmışsa) hemen yardıma gelir: biraz daha dayan, merak etme ben yanındayım, der. üzülme, der; her şeyini kaybetmedin: ben varım. belli etme zayıflığını; bunu da atlatırız.
ayrıca, kimsenin istediği yoktur bu “şey”i. nermin bile farkında değil ona vermediğim “şey”in. herkes gibi, kendi istekleriyle ilgili, benim vermek istediklerim o kadar önemli değil. her şey iyi gittiği sürece, bunun önemi yok...
iyi gittiği sürece... garip işler dönüyor olric: karışık işler.
görünüşte olağanüstü bir durum yok. ben nermin’i seviyorum. nermin de beni seviyor. bu durum gün gibi aydın-lık; karanlıkta kalan yalnız o “şey”. sessizce duruyor orada, olaylara karışmadan. nermin, diyorsun; peki, diyor. peki, bildiğin gibi yap. bana dokunma da. aslında kötü bir“şey”: duygusuz, acımasız. benim dışımda hiçbir varlık onu ilgilendirmiyor. onu seviyorum, diyorsun: boyun eğiyor. ya da öyleymiş gibi yapıyor. sevemiyorum, diyorsun: aynı katılık. birden ürperdi. sevmiyorum... bunu söylemeye hakkım yok. bunu söyleyemem. işleri karıştırmış olurum. söküp atmalıyım bu duyguyu içimden. doğru da değil. anlatamadığım bir “şey” yüzünden kimseyi suçlayamam. içimdeki düzenle ilgiliydi huzursuzluğum. dışımdaki düzenle bir ilgisi yok.
oğuz atay- tutunamayanlar
bu muydu, derler o “şey”. verdiğiyle kalır insan. ezer, buruşturur, yere atarlar. bazı ukalalar da latince isimler takarlar bu “şey”e. tarifler, benzetmeler... ben ne dediğimi biliyorum. benim, turgut özben’in özbenliği. kelime oyunu yapıyorum, oyuna getiriyorum. kendimi ele vermiyorum.
evlendiği gece de onu kendine sakladı. nermin’e anlatmak zordu. anlatılabilecek gibi başlamamıştı ilişkileri. selim, kadın olsaydı belki anlardı. gerçekten neden selim’e anlatmadım acaba? alay eder diye korkmuşumdur. çok erken gittin rahmetli. şimdi kime anlatacağız? nermin’e neden anlatmadım? bu öyle bir “şey”dir ki kıskanır bazı olayları. evlenmeni kıskanır. belli etmez tabii. başından geçenleri başkalarına anlatmanı da kıskanır. akşam, evine yorgun dönersin. karına anlatacağın bir sürü olay birikmiştir; içinde birtakım duygular gelişmiştir. anlatmaya başlarsın.
birden, içinde bir duraklama duyarsın. “şey” engel olur sana: söyleme onu, der. her “şey”i anlatma. belki sözlerinin arasında, farkında olmadan beni ele verirsin. belki anlar: insan bu, bilinmez. sen gene dikkat et; her “şey”i ayrıntılı anlatma o kadar. bütün “şey” ayrıntılarda değil midir zaten? ayrıntılarda ele vermez mi insan kendini? başkalarına anlatamadıklarınla beslenir, varlığını sürdürür herhalde.
başkalarından saklandıklarınla gelişir. fakat, her zaman güvenebilirsin ona. yalnız kaldığın, yalnız ve çaresiz bırakıldığın zaman, karşındakine her şeyini verdiğini ve tükendiğini sandığın zaman (karşındaki her şeyini alıp kaçmışsa) hemen yardıma gelir: biraz daha dayan, merak etme ben yanındayım, der. üzülme, der; her şeyini kaybetmedin: ben varım. belli etme zayıflığını; bunu da atlatırız.
ayrıca, kimsenin istediği yoktur bu “şey”i. nermin bile farkında değil ona vermediğim “şey”in. herkes gibi, kendi istekleriyle ilgili, benim vermek istediklerim o kadar önemli değil. her şey iyi gittiği sürece, bunun önemi yok...
iyi gittiği sürece... garip işler dönüyor olric: karışık işler.
görünüşte olağanüstü bir durum yok. ben nermin’i seviyorum. nermin de beni seviyor. bu durum gün gibi aydın-lık; karanlıkta kalan yalnız o “şey”. sessizce duruyor orada, olaylara karışmadan. nermin, diyorsun; peki, diyor. peki, bildiğin gibi yap. bana dokunma da. aslında kötü bir“şey”: duygusuz, acımasız. benim dışımda hiçbir varlık onu ilgilendirmiyor. onu seviyorum, diyorsun: boyun eğiyor. ya da öyleymiş gibi yapıyor. sevemiyorum, diyorsun: aynı katılık. birden ürperdi. sevmiyorum... bunu söylemeye hakkım yok. bunu söyleyemem. işleri karıştırmış olurum. söküp atmalıyım bu duyguyu içimden. doğru da değil. anlatamadığım bir “şey” yüzünden kimseyi suçlayamam. içimdeki düzenle ilgiliydi huzursuzluğum. dışımdaki düzenle bir ilgisi yok.
oğuz atay- tutunamayanlar
Pazartesi, Aralık 12
Perşembe, Aralık 8
Çarşamba, Aralık 7
hayalci 6
- iyilik ve adalet yan yanayken, onlar arasında tercih edilme durumunu niye oluşturuyor insanlar, dedim.
- bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı, dedi.
biliyorlar, dedim içimden.
- bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı, dedi.
biliyorlar, dedim içimden.
Perşembe, Aralık 1
bilirsin bir yanında sırlı bir kale bulunur her insanın
aynı yer, aynı çukur, aynı dip ve aynı kuyu
dokunmakla kuvvetlenmemiş şahitlik bilgisidir
dokunmakla kuvvetlenmemiş şahitlik bilgisidir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)