Perşembe, Eylül 30

keşke ama keşke değil

1- allahım
bazen diyorum keşke
vicdan somut birşey olsaydı da
herkes onu görebilseydi

2- allahım
bazen diyorum keşke
zorunluluklardan sıkıldığımız noktada
nefes alıp verirken onu hissetmediğimiz
farkedemediğimiz noktada
kendimizi anlayabildiğimiz, tam o anda
zamana dokunabilsek

Pazar, Eylül 26

alıntılar -3-

1- bir küçüçük güllen minicik bir bülbülün devasa aşkıdır bu.asırlardır dillenen dilden dile söylenen gahi leyla gahi mecnun,öyle ya her aşıkın bir ahı var. sakın olaki biri ottur biri kuştur diye küçümseme gafletine düşmeyesiniz, sonra öyle bir bülbül olursunuz ki daha ötmesini bilmeden gülün goncasının açmasını bekler durursunuz. o minicik bülbül ki o boyuna posuna bir lokmacık etine bakmadan semada uçuşup dururken öyle bir koku almışki bir anda başı dönmüş, kolu kanadı kırılmış gülün rayhasının meftunu olup acep nerden gelir bu koku diye semadan yere doğru pike yapıp seyirtmiş.uzun bir mühtet ağaçların çalıların otların arasında bu güzel kokunun sahibesini aramış durmuş.
bulamayıncada yüksek bir yere konmuş yanık yanık öterek sesini duyurmaya çalışmış.
kaşları yayım çehresi ayım benlerin çoktur akranın yoktur bir yüzüm ahım zülfü siyahım bakıp durmalı cana sarmalı hemen almalı. gül uzaklardan gelen bu hoş serencamı işitmiş o da bu bu güzeller güzeli sesin sahibine bir anda meftun olmuş. rahiyasından olabildiğince kokuları rüzgarın peşi sıra savurmuş. bülbül rüzgarın ardından gelen bu kokuları takip etmiş.
bülbül gülü görmeden kokusuna meftun olmuş gül bülbülü görmeden sesine aşık olmuş. aşukla maşuk vuslat hasretiyle yanıp kavrulurken kavuşmaları çok fazla vakit almamış. vuslat hasrete mani olamamış.
bülbül güle öyle sevdalanmış öyle sevdalanmış ki onun her halini görmek istemiş. yaprağında benim dikeninde benim esanda benim cefanda benim olsun demiş. gülde sevdalısının sesine öyle meftun olmuş ki ona en güzel kokularından hediye
edebilmek için bir solmuş bir açmış bir solmuş bir açmış ve ona en güzel halini göstermek istemiş. gül kokusuyla dile gelmiş "ah benim efendim selvi bülendim izzette yekta sadette bihemta muhabbette lanazir güzellikte bil kusur candan azizim şekerden lezizim efendim canım sultanım makbulunüz olmaktır niyazım". her aşkın bir cilvesi vardır bülbül ile gülün aşkının cilvesi ise birbirlerine aşık olup kavuşup hasretlerinin son bulmamasıdır.yani vuslatın hep bir başka bahara kalması. bülbül öttükçe gül açmış gül açtıkça kokusu bütün aleme yayılmış gül utancından gonca haline dönmüş bülbül gülün bu halini görebilmek için var gücüyle ötmüş ötmüş ötmüş...
gel gelelim gülün tomurcuktan gonca haline geçtiği sıra hep bitap düşüp
yorgunluktan uykuya gaflete dalmış. her uyandığında gül açmış bülbül feryat figan edip göremediğine yanmış ve o günden beri her sabah vakti bu ızdıraplı aşk tekerrür edip durmuş.bülbül sevdiğinin gonca halini görmek hasretiyle bir ömür ötmüş
gül ise sevdiğinin en güzel halini görebilmesi ümidiyle bir ömür boyu açmış açmış solmuş.

ne gül olmak kolay ne de bülbül olmak bülbül olmayı seçtiysen bir ömür yanacaksın gül olmayı seçtiysen bir ömür solacaksın...

heredot cevdet, ekmek teknesi

2- cumhuriyet kadrolarının türkçe kur'an çevirileri ve türkçe ibadet meselesinde ikidebir luther'e atıf yapmaları boşune değildir. kuran-ı kerim i türkçeye çeviri teşebbüsleri esasen masum bir anlama ihtiyacını karşılamak için ortaya çıkmış da değildir. tam tersine ulus devlete dönüşme süreci bu söylemi ortaya çıkardı. ulus müslüman toplumu ifade eden bir kavram değildi. çünkü bizde ümmet/millet kavramı vardı. yani batılılaşma ve modernleşme bizde ulus devleti doğurdu, bu süreci hızlandırdı ve hatta manipüle etti. kuran'ı çeviri hareketi ise bu uluslaşma sürecinde ortaya çıkan bir olgudur. halkın anlayabileceği bir dil sloganıyla arapçayı ve dolayısıyla ulemayı tasfiye etmek amaçlandı. nitekim luther de latinceyi ve dolayısıyla kiliseyi böyle tasfiye etmişti.

dücane cündioğlu- kur'an'a ve dil'e dair

Çarşamba, Eylül 22

lüzumsuzluk üzerine

1- adalete yaklaşman için menfaatine uzağından bakabilecek bir yerde olman lazım.

2- merhamete yaklaşman için senin de merhamete ihtiyacın olduğunu bilmen lazım. (hüzün)

3- insana yaklaşman için, adaletli ve merhametli olman lazım.

Pazar, Eylül 19

fark

1- kişiyi olduğu gibi kabul etmek ve kabul ettiği gibi olmasını düşünmek arasında bir olgunluk farkı var.

2- herkesi kendi gibi bilmek ve herkesi kendi gibi bilmemek arasında bir hayal kırıklığı farkı var.

3- bir nefes de önemli bir farktır.

Çarşamba, Eylül 15

hayal 11

- sanırım zamanın da küçüğü ve büyüğü var, başlangıçlı ve sonlu zamanlar var, zaman bir düğüm, kısmi anlamı hüzünde belki ve sorumluluk ciddiyet istiyor, dedim.
- hayatın ciddiyeti ona yeniden başlama olasılığının olmamasındandır, dedi.

Pazartesi, Eylül 13

hikaye-le-me 2

hayatın kendisi bir tutunacak dal mıdır ki, ya da insanın içinde kocaman bir tünel varsa, ışığa çıkan o uca ulaşmadan kaybolması, kaybolabilmesi insanın, acizliğin hangi merhalesinde olduğunun göstergesidir? ya da acizim demekle o ışığa ne kadar yaklaşılır? ben bilmiyorum, diye devam etti, tek bildiğim soru sormak...

ne yazık adlı uğultulu ve kibirli kahkahalarını susturamadı şeytanların.

Salı, Eylül 7

serçelerin şarkısı

geçenlerde izledim bu filmi.(yönetmen: mecid mecidi) hoş bir detaya takıldım. ciddi bir spoiler içermez gönül rahatlığıyla devam ediniz okumaya.

olay şu : baş kahramana müşterisi yanlışlıkla fazla para veriyor, adam da arkasından yetişemiyor ve parayı kendi parasının durduğu cebi değil diğer cebine koyuyor. bu haram, helale karışmasın deyu. sonra erik alacak. bir kilo istiyor, tadına bakıyor, çok hoşuna gidiyor, iki olsun diyor ve hop o ayrı duran para ile alıyor ikinci kiloyu. eve gidiş yolunda kahramanımız fark etmiyor ama torba yırtılıyor ve eriklerin bir kısmı dökülüyor. gözümle tartma marifetim yok ama bir kilosu dökülmüştür o eriğin aha buraya yazıyorum :)

burdan çıkaracağımız sonuç : kuluna sevgisi ve merhameti fazlaca olan allah, yeri gelir kulun kendisine rağmen kulunu korur.

Cumartesi, Eylül 4

merak ettiklerini öğrenmek

kişinin olgunlaşma sürecinde en fazla tökezlediği nokta, bilmekle yaşamanın arasındaki farkın olduğu noktadır. bunu ömer tuğrul inançer şu anlamda bir cümleyle açıkladı : "sen öğren ve yap. sen yaptıkça allah sana bilmediğini öğretecektir."

yani öğreneyim öğreneyim diye çabalayıp yaşamayı askıya aldığımızda, öğrenmeyi yani ilmin kendisini zorlaştıran birşey oluşuyor(muş).

Çarşamba, Eylül 1

yenilgi yenilgi...

bazen yeni şeyler düşünmüş gibi yeni şeyler yazmaya çalışmak saçma geliyor. daha önce başkalarının aklına gelmemiş olma ihtimali var mıdır ki düşündüklerimin? hem başkaları da düşünmüştür hem de çok da güzel ifade etmişlerdir. herkese oluyordur eminim, bana da çok oluyor, bir şey okuyorum, ya ama ben düşünmüştüm bu adam niye benden önce söylemiş ki diyorum, vizontele de deli emin in dediği gibi; "görüntülü radyo, şerefsizim benim aklıma gelmişti!" :)

ha örnek mi vermedim, buyrun :

ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
aşk celladından ne çıkar madem ki yâr vardır
yoktan da vardan da ötede bir var vardır
hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
o şarkıya özenip söylenecek mısralar vardir
sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
senden ümit kesmem kalbinde merhamet adli bir çınar vardır
sevgili
en sevgili
ey sevgili*

*sezai karakoç