Genel kitap okuma listelerine itibar etmenin dayanılamaz hafifliğine ilişkin
mülahazalarıma bu hafta da devam etmek niyetindeyim. Nitekim bu konudaki
kanaatlerimi açık-seçik ifade edebilmek için bir sözcük bile uydurmaktan
kaçınmadım: herkesleşmek.
Günümüzde kitaplar çoğunlukla herkes için yazılıyor ve bu nedenle de
herkes'in anlayabileceği bir dille yazılıyor... Maksad, bireyleri
herkesleştirmek, onları adına herkes denilen mevhûm bir kategori içine dahil
etmek... Böylelikle belirlemek, denetlemek, etkilemek ve yönlendirmek
kolaylaşıyor ve bireylerin o adına herkes denilen kategori içerisinde
hareket etmeleri (mutlu olmaları?) mümkün hâle gelmiş oluyor.
Herkes'in okuduğunu okuyanlar, herkes'in bildiğini bilenler, pek tabii ki
herkes gibi konuşmaktan, herkes'in düşündüğü gibi düşünüp herkes'in vardığı
yargılara varmaktan kendilerini koruyamazlar...
Ya herkes gibi olmak istemiyorsak? Ya herkes'in içinde bulunduğu durumu
görüp o duruma düşmeyi içimize sindiremiyorsak? Ya kendi yolumuzu kendimiz
bulmak, ya kendi rotamızı kendimiz çizmek, kimliğimize/kişiliğimize daha
uygun geliyorsa? Ya hakikat'in çoğunluğun gözünden kaçtığını düşünüyor veya
çoğunluğun içinde seyreyledikçe hakikatin yalnız kalmasına katkı
sağladığımıza inanıyorsak?
Her yaşantı biriciktir... Her acı da öyle... Binaenaleyh tecrübelerimizin
biricikliğini unutup niçin herkes için geçerli olabilecek yordamlar önerelim
ve işimizi-gücümüzü (!) bırakıp başkalarının kaderini tayin etmeye
kalkışalım?
Genel kitap okuma listeleri kime hitap eder? Elbette genel okura; yani
herkes'e... Peki "herkes" şeklinde nitelediğimiz bu adına "genel okur"
denilen kitle kimdir? Evet kimdir bu "herkes"? Gerçekten de mümkün müdür
herkes'e hitab etmek, herkes için geçerli bir şeyler söylemek? [Acaba Ziya
Gökalp, "kitab'ın elitlere, gazete'nin ise halka hitab ettiğini" söylerken
ve aristokrasi ile demokrasi arasında bu açıdan bir mukayese yaparken
yanılıyor muydu? Diğer taraftan Cemil Meriç, "Her medeniyette elit vardır ve
demokrasi, medeniyetlerin düşmanıdır" demekle acaba neyi kastediyordu?
Belki itiraz sadedinde, "çapı (alanı) geniş ve fakat derinliği az şeyler
söylediğimizde herkes'e hitab etmiş, herkes için geçerli bir şeyler söylemiş
oluruz" denebilir. O halde bir düşünelim bakalım: çapı dar ve fakat
derinliği çok şeyler söylediğimizde, herkes'e hitab etmek şansımızı
kaybetmiş mi oluyoruz?
Elbette hayır! Herkes'e hitab etmek, salt anlaşılabilir olmakla alâkalı bir
husûs değil. Aksine anlaşılmamak ve anlaşılmaktan kaçınmak da herkes'in
dikkatini çeker; çekiyor da zâten. Dolayısıyla, anlaşılmak istemeksizin de
herkes'e hitab etmeyi başarabiliriz. Sorun, doğru tempoyu yakalama sorunu.
[Nitekim Wittengenstein, "Çoğu zaman, bir tümce ancak doğru tempoyla
okununca anlaşılabilir. Benim tümcelerim hep yavaş okunmak içindir" diyor ve
metinleri, okuyuş ritimlerine göre tasnif etmekten kaçınmıyordu.]
Tanımadığımız, bilmediğimiz, niteliklerini yeterince öğrenemediğimiz ve
fakat bir yerlerde söylediklerimizle ilgilendiğini varsaydığımız muhayyel
kimselere, okumaları için genel kitap listeleri verebilir, okudukları
takdirde istifade edebilecekleri zannıyla bu kimselere birtakım kitapları
tavsiye edebilir miyiz?
Hiç sanmıyorum. Sanmıyorum; zira kitap tavsiye etmekle ilaç tavsiye etmek
arasında köklü bir tefrik yapmayı bir türlü beceremiyorum; üstelik bu
tefriki, herkesin şifayâb olabileceği ilaçların varolduğunu bildiğim gibi,
herkesin okuyabileceği kitapların da varolduğunu bildiğim halde
beceremiyorum. Çünkü kitap okumayı ciddiye alan ve bu nedenle abur-cubur bir
tarzda kitap okumaktan çekinmeyen, farklı vâdilerde dolaşmaktan kaçınmayan,
ser-serî'liğin imkânlarından istifadeyle tecessüsü derinleştirmekten
korkmayan zihinlere ket vurmayı istemiyorum.
Zehebî adlı bir âlimimiz şöyle diyordu: "İnsanlar eskiden kendileri için
okurlardı. Zaman geldi, devir değişti ve başkaları için (başkalarını
kurtarmak için) okuduklarını söylemeye başladılar. Şimdi ise hiç ahlâk
kalmadı, nizâm iyiden iyiye bozuldu, nifak ve riya ortaya çıktı. Bakıyorum
artık insanlar Allah rızası için okuduklarını söylüyorlar."
Şimdi "ilim ilim içindir" demenin tam sırası... Lâkin biz -şimdilik- böyle
demeyelim de şöyle diyelim: "İlim insanın kendi içindir!"
Yeni Şafak 14 Eylül 1999
Salı, Ocak 31
Cuma, Ocak 27
Pazartesi, Ocak 23
alıntılar -13-
İstemek, temeli bakımından acı çekmektir ve yaşamak, istemekten başka bir şey olmadığına göre, hayatın tümü, özü bakımından acıdan başka bir şey değildir.
Schopenhauer
Schopenhauer
Çarşamba, Ocak 11
kimssi pyoryugi(Castaway On The Moon)
an itibariyle izlemeye başladığım film. daha başlarındayım ama ilginç bir replik dikkatimi çekti. bu replik bana günümüz insanının sıkışmışlığını hatırlattı. çoğu insan kendi olmaktan dünyevi başarılar için nasıl uzaklaşıyor. işte cevabı :
"biliyorum, kötü bir insanım. ama ya böyle olacaktım ya da hiç. hangisi daha kötü?"
yazmışken filmin konusunu da yazayım, kim adlı bir adam köprüden atlayarak intihar etmek ister. uyandığında kendini nehrin içindeki bir adada bulur. ve olaylar olaylar...
"biliyorum, kötü bir insanım. ama ya böyle olacaktım ya da hiç. hangisi daha kötü?"
yazmışken filmin konusunu da yazayım, kim adlı bir adam köprüden atlayarak intihar etmek ister. uyandığında kendini nehrin içindeki bir adada bulur. ve olaylar olaylar...
Pazartesi, Ocak 9
Perşembe, Ocak 5
baran
cennetin rengi ile aslında allah'ın rengi ya neyse, izlemeye başladığım mecid mecidinin filmlerine devam ederken biriyle karşılaştım ki, yine beni mahvetti. doğallığına ve samimiliğine hayranım bu filmlerin. ama en fazla anlattıklarına..
baran'ı mutlaka izleyin derim..
baran'ı mutlaka izleyin derim..
Pazartesi, Ocak 2
hikaye-le-me 7
Çantasız olmuyordu. Çünkü gitmeden çantasını almıştı. Çantasız oluyordu. Çünkü ben çantamı genelde bir yerlerde unuturdum ve bu yüzden kimliğimle paralarımı giysilerimin cebinde taşırdım. Peki sevmediğim halde, ara sıra neden benim de çantam oluyordu? Herkesin olduğu için. Cesaretsiz biri miydim? Hmm, evet. Kendi kendime soru sormadan cevap bulamayacak kadar mı? Yok canım, bırakmalıyım bana sorular sormayı aslında. Karşımda çok net ve emin bir şekilde kendine güvenen bir insanı görmem, beni cesaretsizleştiriyordu sadece. Ben hiçbir zaman kendime güvenemedim. Etrafta bu kadar çok kendine güvenen kişiler olmasa, belki güvenebilirdim. Etrafta kendine çok güvenen ve bunu herkese belli eden ya da bir çeşit baskıdan dolayı kendine güveniyormuş gibi yapan birçok insan olduğuna göre, artık benim kendime güvenme şansım yoktu. Peki kendime güvenmemem psikolojik sorunlarım olduğu anlamına mı gelir? Bence gelmez ama yine başlama sorulara. Tamam.
Bir daha o işe gitmek istemiyorum, beş gün sonra bile. Bunu söylerken ağaca baktım birden. Ve gördüm ki, kuşlar..Ne yapıyorlar? Cıvıldıyorlar mı demek zorundayım, neyse kuşlar cıvıldıyorlardı. Kendimi iyi hissetmem için tek yeterli sebep...Ara sıra kuşlara bakma ihtiyacı hissediyorsan, ya da ara sıra kuşlara bakıyorsan, ki görmek için olmalı bu bakmak, psikolojik sorunun olmasına imkan yoktur.
Bir daha o işe gitmek istemiyorum, beş gün sonra bile. Bunu söylerken ağaca baktım birden. Ve gördüm ki, kuşlar..Ne yapıyorlar? Cıvıldıyorlar mı demek zorundayım, neyse kuşlar cıvıldıyorlardı. Kendimi iyi hissetmem için tek yeterli sebep...Ara sıra kuşlara bakma ihtiyacı hissediyorsan, ya da ara sıra kuşlara bakıyorsan, ki görmek için olmalı bu bakmak, psikolojik sorunun olmasına imkan yoktur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)